Zaten ölüyorlar

-
Aa
+
a
a
a

Bugün (1 Şubat 2003) televizyonda, Fildişi Sahilleri’nin başşehri Abidjan’daki Fransa karşıtı eylemleri izledim...

Fransa eski sömürgesinde başgösteren iç kargaşayı düzeltmek amacıyla, bu ülkeye asker göndermişti.

Fransa’nın bu Batı Afrika ülkesinde yaşamakta olan 16 bini aşkın vatandaşının oraya turizm için ya da tropik yağmurlardan hoşlandıkları için gitmedikleri malum. Ciddi ekonomik çıkarlar, iç savaş nedeni ile zarar göreceğinden, Fransa da hemen burnunu sokuverdi, ama elbette çok da hoş karşılanmadı bu durum... Yani Fransızlar istedikleri kadar oraya, kendi yurttaşlarını korumak ve kollamak için gittiklerini söylesinler, pek inandırıcı olamıyorlar... Dünya kamuoyunun da bu durum hiç, ama hiç umurunda değil...

 Fildişi Sahilleri, ekonomisi kakao, kahve, orman ürünleri, deniz ürünleri ve ananasa bağlı, geri bıraktırılmış, yoksulluğun had safhada olduğu ülkelerden birisi. Zaten insanlar açlıktan ve sağlıksız koşullardan ölüyorlar. Çocuk ölümlerinin en yaygın olduğu ülkelerden birisi...

Televizyonu seyrederken onu düşündüm: “Zaten ölüyorlar, o halde neden birbirlerini öldürüyorlar?”

21’inci yüzyıla gireli iki yıl oldu, dünyada olumluya doğru hiç bir değişim yok...

Balkanlardaki savaşın yaraları daha tam olarak sarılamadı. İrlanda ve Kuzey İspanya kaynıyor, patladı patlayacak sıkıntılar... Bir türlü dinmiyor, uzlaşma ve ekonomik paylaşım bir türlü sağlanamıyor.

İran’da yarın ne olacağı belli olmayan bir garip rejim saatli bomba gibi, saati ne kuran belli, ne de saatli bombanın nerede olduğu.

Çeçenistan’da kan oluk oluk akmaya devam ederken, yoksulluk sınırının da altında çocuklar yarına nasıl bakıyorlar?

Filistin halkı kendi kaderini tayin etmek istiyor ama, kaderi kasap namıyla ünlü ve İsrail halkının da hâlâ oy vermekte olduğu canilerin elinde..

Irak ise bir başka dert. Çığ gibi büyüyen bir sıkıntı, eğer Bush patlatmazsa, patlatamazsa, kendi kendisine patlayacak, çünkü taşıyabileceğinden çok şişirilmiş bir balon gibi orası şimdi...

Hiç değişmiyoruz

Emperyalizmin adı değişmiş, “globalizm” olmuş, ona karşı da “globalleşme karşıtları” var, yani bizim Marksist diye bildiklerimiz, ama düşüncenin ağa babaları “artık Marksizm yok, bitti gitti” diyorlar, oysa dünyanın dengesi aynı yerinde duruyor, değişen birşey yok. Dünden bugüne değil, önceki günden de bugüne değişen hiç birşey yok.

Yani, bugünü birinci ve ikinci harp ile karşılaştırıp hayıflanmanın bir anlamı yok, daha gerilere gitmek gerekli, yani taaa Haçlı Seferlerine ve belki de ondan da öncesine...

Fotoğraf sanatçısı – gazeteci Ahmet Sel’in Afganistan’da çekmiş olduğu son fotoğrafları geçtiğimiz haftalarda Dünya gazetesinde yayımlandı. Bouzkachi diye, cirite benzer bir oyunun Kabil’deki fotoğraflarını çekmiş, her biri Ortaçağda yaşamış bir ressamın fırçasından çıkmış tabloyu andıran bu resimleri izlerken, radyoda “Afganistan’da bir helikopter düşürüldü” haberini duydum. Sonra, günlük gazetelerden birisinde de, İslami adetlerinin ve kurallarının yeniden yer yer uygulanmaya başladığını okudum. İçimden geçirdiğim “İleri gidecekken, geriye gidiyorlar, bir türlü akılları başlarına gelmiyor” idi.  
Ahmet’e telefon ettim, nedir bu işin aslı diye sordum, yoksulluk mu? “Öyle çok para var ki aklın almaz, mesele bu paraya kim hakim olacak? Onun kavgası sürüyor” deyince.. Adam olmayacağız diye geçirdim içimden...

Sonra Türk gazetelerini taradım internette. Bizim iş adamlarının “kalburüstü” takımı, Irak meselesinde ABD’nin yanında yer almamız gerektiğini buyurmuşlar. Eeee “küreselleşen dünyamızda” başka bir açıklamayı onlardan beklemek abesle iştigal olmaz mıydı?

Ya geçen ay, ya da bu ay, göndermedikleri için bilmiyorum ama, Gösteri Dergisi’nde bir şiirim yayımlanmış. Şiiri düşündüm, Abidjan’da ölmeden birkaç saat önce fotoğrafını çektiğim çocuğu, Ahmet Sel’in fotoğraflarını, Yasser Arafat’ın direnişini, Bush efendinin o garip bakan gözlerini ve alay eden yeteneksiz konuşma üslubunu...

Sonra yaşamış olduklarıma baktım, geriye, eskiye... Aşklara, dedikodulara, başarılara, yok oluşlara.. Yani özel tarihime de bir göz attım.

Karşılaştırmada yenik düştüm!...

Ben barış, özgürlük ve demokrasi için, sevgi için, bunca yazı yazmışım, bunca “kendimce” uğraşmışım, ama canlı kalkan olacak kadar “adam” olamamışım demek ki, ya da zaten ölecekken ölüme atılacak kadar cesur...

(Fotoğraflar: Ahmet Sel / büyük halde görmek için tıklatabilirsiniz.)